İstanbul’da oruçtan kurumuş dudaklar şakır şakır yağmur sesleriyle uyandı bir eylül sabahına. Önce koşulup büyük eski valiz açıldı, kahverengi pardesü, kalın çoraplar ve kadim dost mavi hırka merhaba dedi muhabbet kentine. Sonbahar merhaba dedi gönlümün derinliklerine. Deniz mutlu mu acaba, gökyüzü gri mi, sarı yaprakların yuvadan ayrılış vaktidir, kuşlar göç yolunda hazırlıktadır. Onbir ayın sultanı burada,diğer on ayın sultanı eylül de aramızda bir tek annem eksik ve bir de bitter çikolata.
İstanbul’da oruçtan kurumuş dudaklar şakır şakır yağmur sesleriyle uyandı bir eylül sabahına. Önce koşulup büyük eski valiz açıldı, kahverengi pardesü, kalın çoraplar ve kadim dost mavi hırka merhaba dedi muhabbet kentine. Sonbahar merhaba dedi gönlümün derinliklerine. Deniz mutlu mu acaba, gökyüzü gri mi, sarı yaprakların yuvadan ayrılış vaktidir, kuşlar göç yolunda hazırlıktadır. Onbir ayın sultanı burada,diğer on ayın sultanı eylül de aramızda bir tek annem eksik ve bir de bitter çikolata.
soru işareti
Ağlarken dudaklar niye titrer ki?
Ramazanda dükkanlar neden erken kapanır?
İstanbul’da hiç mi bitter çukulata kalmadı sanki?
Hem ağlamak utanılacak bir şey değil ki!
Neden her işimizi kendimizin yapmak zorundayız?
Kimseden kimseye faydanın olmadığı gün bugün mü yoksa?
Gözyaşı neden tuzlu?
Yazmak konuşmak yerine geçer mi?
Konuşmak neye yarar ki?
Neden annem yanımda değil?
Neden annem yanımda değil?
İstanbul’da Eylül’ü çok seviyorum,
Neden sonbahar bu kadar güzel ve acı?
Her ağladığımda burnum akmak zorunda mı?
Rüzgar annemin saçlarını da böyle okşamış mıdır hiç?
Rüzgar saçları hep anne gibi mi okşar?
Bu gece İstanbul’da kimler ağlıyor acaba?
Rüzgar ağlıyor, ben ağlıyorum
Yağmur ağlıyor, ben ağlıyorum
10 Eylül 2008
22:29
İstanbul'da Ramazan

İstanbulda Ramazan; Ramazanda İstanbul
Düşler ötesi...
Gökyüzü oruç, deniz oruç;
İnsanlar oruç değiller; ama olsun şehir oruç ve kıpır kıpır
Her yanda bir koşuşturma ve heyecan,
Vapur tıklım tıklım, deniz coşkulu,
Uzun pide kuyruklarının önünden sessizce geçiş ve susam kokusu...
Sultan Ahmet Meydanı panayır yeri
Sanki Ramaznı değil, bayramı yaşar gibi
Dolup taşmış Sultan Ahmet, fazla konukları çimler ağırlıyor
Çok mutluyum , şükrediyorum ama sanki içimde birileri ağlıyor.
Gökyüzü kararmakta, gözler semada ve bekleyiş anı...
İşte sessizlik, bir an sanki bütün şehir sustu.
Sultan Ahmet’te yandı şerefeler,
Dualar kabul makamında
Onca güzel İstanbulluyla birlikte açıldı oruçlar, medine’den alına hurmalarla
Ve dualar,dualar…
Bu semanın altında bu atmosferi yaşamak ne mutluluk verici
Hamd olsun, hamd olsun.
03 Eylül 2008
X...

Ve bu iki zıtlığın doğurduğu bilinemezlik X,
X bir siyah, hem de beyazların içinde
Önceleri bilemiyor X,siyahlığı koyuluğundan aldığı güçle beyazın üstüne örtmek gerekir diyor. Çünkü dünyasında sevilen, tercih edilen, değerli olan hep beyaz olmuştur. Ve o büyük beyazların arasında siyah bir nokta olarak hep uyumu bozmuştur. X buna kızıyor ve siyahı üzerine örtülen beyazın altından kurtarmaya çalışıyor. Sonra bir gün siyah ve beyazın muazzam bir ahenk içinde bir merkeze doğru aktığını görüyor. Bir merkez ki orada ne siyah siyah gibi ne beyaz beyaz gibi. Yani aslına ateşin de suyunda özünün (hidrojen ve oksijen) aynı olduğunu fark ediyor. Gerçekte siyahın da beyazın da sanıldığı gibi birer renk olmadığını görüyor. Beyaz ufuklar açılıyor siyah X’in zihninde ve X artık yeni anlamlar kazanıyor ve bilinebilir oluyor. Ve tüm X’lerin aydınlatmak için çıkıyor yola. Beyazın tam da ortasında büyüyen bu siyah nokta can sıkmaya başlıyor ve büyük beyazlar onu sonsuza dek siliyorlar.
Kadın ve Çalışmak

Benden iki yaş küçük aynı okulu paylaştığım bir arkadaşımla kadının çalışması meselesi üzerine konuştuk bugün. Babası doktor ve annesi diş hekimi. Ben genellikle kadının asli görevleri ve tali görevler arasındaki ayırımı iyi yapmanın ve hayatı bu ayrımı baz alarak şekillendirmenin önemi üzerinde durdum. Kadınlar aslında kendilerine ait olmayan sorumlulukları toplumun da etkisinde kalarak asli görevleriymiş gibi üstleniyorlar ve bütün enerji ve zamanlarını bunlara ayırmaktan asıl yapılması gerekenleri ihmal ediyorlar dedim. O, asıl yapılması gerekenin ne olduğunu ve bu sonuca nasıl ulaştığımı sordu.
Dedim ki: Allah’ın kadına ve erkeğe verdiği görevler farklı farklıdır. Temelde düzenin sağlanabilmesi ve sağlıklı ailelerin oluşabilmesi için herkesin kendi görevin, en iyi şekilde yapması gerekir. Bu bütün kurumlarda böyledir. Allah’ın Kur’an‘da kadın ve erkeğe biçtiği rollere bakarsak görürüz ki Allah erkekleri fiziki koşullara daha dayanıklı, daha soğukkanlı, daha dirayetli …vb. özelliklerle donatmış ve bunun sonucu olarak da erkeğe dışarıda çalışıp evin geçimini sağlamak için gerekli geliri temin etme sorumluluğunu vermiştir.(Kadın ve erkek bütün mü’minlerin yapmak zorunda oldukları tebliğ,okumak, ilim.. gibi ortak sorumluluklara ek olarak). Kadınları ise daha merhametli, daha yumuşak, el becerileri daha iyi…vb. özelliklerle donatmış ve bunun sonucu olarak da kadına aile içi düzeni sağlama, evin işleriyle meşgul olma ve yeni nesli yetiştirme gibi çok önemli görevler vermiştir. Fakat bugün kadınlar gönüllü olarak kendilerine ait olmayan sorumlulukların altına giriyorlar ve asıl görevlerini göz ardı edebiliyorlar ya da tali unsurların peşinde koşmaktan asıl işlerini yapmaya ayıracak vakit ve enerji bulamıyorlar. Hem yorucu iş ortamında çalışıp, hem anne olmanın, hem eş olmanın, hem ilmle uğraşmanın yorgunluğuyla kadın, birazda son dönem söylemlerinin etkisinde kalarak özgürleşmek adına kendi eliyle kendini sisteme köle ediyor, dedim.
Arkadaşım dinledi ve dedi ki: “Peki ya eğer kadın bütün bunların farkındaysa ve gerçekten çalışmak zorundaysa ne yapmalı? Biz yedi kişilik bir aileyiz kardeşlerimin ve benim okul masraflarımı ve ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya babamın maaşı yetmiyor ve annem çalışmak zorunda. Özel hastanede çalıştığı için babamdan daha fazla mesai yapıyor ve diş hekimi olduğu için tüm gün ayakta çalışıyor. Buna rağmen eve geldiğinde tüm evin işlerini yapıyor ve kardeşlerimle ilgilenmeye çalışıyor. İki yılda çöktü annem, bir gün yığılıp kalacak diye çok korkuyorum. Onun çalışmasını istemediğim için kaç defa işe gitmesin diye ağladım. Gelir sorunumuz olmasa O da kesinlikle çalışmak istemediğini söylüyor. Babam aslında çok anlayışlı, hiç despot olmayan bir adamdır. Annemin ondan daha çok yorulduğunu ve çalışmak zorunda olduğunu biliyor ama ev işlerinde anneme hiç yardım etmiyor. Babamın daha bir kere dahi bulaşık yıkadığını görmedim. Annem babamın sorumluluğu olan geçim konusunda onun yükünün yarısını üstleniyor fakat babam, ev işleri yapmanın yalnızca annemin görevi olduğu kanaatinde. Gerçek hayatta her şey söylediğin gibi değil Esranur abla, pek çok kadın gerçekten mecbur olduğu için çalışmak zorunda.”
Hakılsın dedim. Beklide annelerin çalışmadığı ortamlarda büyüdüğümüz ve gözlemlerimizi bu çevrede yaptığımız için vakıanın bu yönünü kaçırmışız. Peki dedi o halde şimdi annem çalışmak uğruna asli görevlerini göz ardı eden sistemin de aslında tam da oluşturmak istediği kadın tipine örnek mi teşkil ediyor?
Durum şu ki Allah’ın yüklediği sorumluluklar ile bu çağda ve toplumda yaşamanın verdiği “zorunluluklar” çatışır durumda. Kadını özgürleştirmek ve hak ettiği gerçek yere oturtmak için yapılanlar düşünmeden bu zorunlulukları kadını üzerine yükledi de yükledi. Modern dönem müslüman kadını tam bir kıskaç altında şimdi. Bir dönem dışarı çıkmanın yolarını arayan kadın, şimdi istese de eve dönemiyor. Erkekler için sorun yok; çünkü onlar her zamanki fetva makamından seyir halindeler. Halbuki kadının bu noktaya getirilmesindeki etkin konumları bu durumun giderilmesinde de etkili olabilir.
Öncelikle erkekler ailenin geçiminden yalnızca kendilerinin sorumlu olduğunu, kadının bu konuda hiçbir zorunluluğunun olmadığını, eğer kadın çalışıyorsa erkeğin yükünü paylaştığını ve dengenin korunabilmesi için onun da kadının görevlerini paylaşması gerektiğini kabul etmeliler. Erkekler kadınların çalışmak zorunda olduklarını düşündüklerinden (bazı kadınlar da öyle olduğunu sanır) sanki kadın, olması gerekeni yapıyormuş gibi kendilerini ona yardım etmek zorunda hissetmezler. Örneğin canım arkadaşım senin babanın durumu da böyle; annenin ne kadar çalıştığını ve yorulduğunu bildiği halde –yumuşak huylu bir insan olmasına rağmen- eve geldiğinde yemek ve ev işleri yapmanın onun görevi olduğunu düşünüyor. Eğer annenin çalışmasını eşinin kendi yükünü hafifletme çabası olarak yorumlasaydı/algılasaydı o da annenin işlerine yardım etmede kendini zorunlu hissedebilirdi. Ya da en azından bu konuda ona bir yardımcı temin ederdi.
Her zaman olduğu gibi mesele yine zihniyet meselesi. Belki doğru anlayışı zihinlere yerleştirebilirsek çağımızda müslüman kadın olarak yaşamak daha da kolaylaşabilir. Bu bilinci uyandırabilmek için öncelikle bizim günümüz kadınına -kendisi hiç farklında olmadan- dayatılan özgürlük, eşitlik, feminizm, hakkını arama, modern toplumda yerini alma… vb. safsata söylemlerin etkisinden kendimizi korumamız gerekir. Çünkü biz Kur’an’dan ve Asr-ı Saadetten biliyoruz ki kadına hak ettiği değeri ve özgürlüğü –sırtından bir çıkar sağlama amacı gütmeden- gerçek manada veren tek sistem doğru anlaşılmış bir islamdır.
Rabbim uyanık olmayı, uyanık kalmayı ve baş edebilmeyi nasip etsin!
27.06.08
Esranur DENİZ.
DONDURMA ve İĞRENÇ

Amaç: İğrençlerden kurtulup, sınırsız dondurma yiyebilmek,
Sonuç: Üç gündür dondurma yemiyorum.
Acı Gerçek:(Biliyorum yarın da dondurma yiyemiycem ama) Bazı şeyler gerçekten iğrenç
Son Söz: İnanıyorum bir gün olacak! :)
FUTBOL'A DAİR...


Büyük bir Tağut!.. Ve milyonlarca kölesi. İnsanlar şuursuz, duygusuz. Sanki beyinleri hipnoz altında. Aynı anda milyonların kalbi güp güp atıyor. Türkiye!nin ve dünyanın dört bir yanında binlerce insan aynı anda hoplayıp çığlık atıyor. Kendilerine zerre karda faydası olmayan anlık mutluluğu tadıyorlar.
Yığınlar şuursuz ve duygusuz. Kaybedenin yaşadığı büyük yıkım diğerlerinin hiç mi hiç umrunda değil. Birileri diğerlerinin hüngür hüngür ağlamasından mutlu oluyor. Bir grubun başarısı, diğer grubun başarısızlığına bağlı.
Maç bitiyor -aslında hiçbir şey kazanmayıp aksine şuurunu yitiren – kullar! Tağutuna karşı görevini yapmanın mutluluğunu yaşar bir halde televizyonu kapatıyorlar. Birilerinin sırtından sadece birileri kazanıyor. Evet bu onların zaferi. Ama (güya) kazanan Türkiye. Bu Türkiye’nin zaferi.
İşte böyle alıştırılıyoruz bencilliğe ve tek yönlü düşünmeye. ‘Ben de başarılı olayım, arkadaşım da başarılı olsun diyebilmekten’ böyle uzaklaştırılıyoruz. “Kişi kendi için istediğini başkası için istemedikçe olgun mü’min olamaz.” diyor oysa Peygamber. Rasulun ilkelerine değil de o büyük tağutun koyduğu (futbol) ilkelere tâbi iseniz bu mümkün değil.Kendi takımınız için istediğiniz başarıyı rakip takım için isteyemezsiniz.
Sonra zamanla okuldaki başarınızı sıra arkadaşınızın başarısızlığında ararsınız. Ya da işinizde terfi etmeyi diğer elemanların başarısızlıklarına bağlarsınız. Böylece onların mutlu ve başarılı olmaları sizi rahatsız etmeye başlar. Önce onlar için dua etmeyi bırakırsınız, sonra da başarısızlıkları için dua etmeye başlarsınız. Çünkü sizin için bu gereklidir.Allah’ın hazinesinin genişliği çıkıverir aklınızdan; çünkü aklınız (etkisi altında olduğu fikirler dolayısıyla) artık onu anlayacak kadar geniş değildir. Çünkü artık merkeze yavaş yavaş beni oturtmaya başlamışsınızdır.
Ne yani, bütün bunlara izlediğimiz birkaç masum (!) maç mı sebep oluyor diyeceksiniz. Sebep oldukları sadece bu kadarla kalsa iyi. Aynı zamanda insanda tek bir sonuca ve hedefe odaklanan ve onun dışında hiçbir iyi sonuçtan mutlu olamayan, tek yönlü düşünen zihin yapısının oluşumuna sebep oluyor. Önünüze mutlu sona ulaşabilmek için tek b,ir hedef konuyor: yenmek. Daha iyi,daha kaliteli ya da daha ilkeli oynamanızın bir önemi yok. Önemli olan tek şey sonuç. Ve sonuç istediğniz yönde değilse ne kadar iyi oynamış olusanız olun bu gir yenilgidir! Zihin bu sistemde çalışmaya başlayınca bir süre sonra hayata da bu şekilde bakılmaya başlanıyor. Ve maalesef pek çok insan önüne konulan tek önemli hedefe ulaşamamanın hayatın sonu olduğunu düşünüyor.ÖSS’yi kazanamadım diye intihar eden, sevdiği kızı alamayınca canına kıyan insanların yakın tarihte yaşanan pek çok acı örnekleri hafızamızdadır. Yani böylece alternatif düşünebilme bir şekilde hayatınızdan çıkarılıyor. Bu durumun toplumda sitresi, mutsuzluğu ve giderek artan şiddeti körüklediği aşikardır.
Ve ülkemin masum insanları zafer sarhoşluğundan bir türlü ayılamayıp, kendilerine yapılandan bîhaber, şu anda Türkiye’nin bu büyük zaferini kutlamak içinyollara dökülmüş durumdalar.
Bu zaferler ki aslında en büyük mağlıbiyettir,
Ortaya konan şuur, kazanan da kaybeden de yeniktir.
Esranur DENİZ.
21,06,08
02,31
Makale Mi? Erik Suyu Mu? :)
Geleceğe bakıp bir şey görmek imkânsız, ben bu yüzden sık sık geçmişe ve bugüne bakıyorum. Ne yapıyorum ben Allah’ım diyorum. Amaçlarımı ve araçlarımı sorguluyorum. Amaçlar doğru gibi görünüyor peki ya araçlar? Ya bu araç beni o yola götürmezse ya da aslında olmam gereken araçta değil de yanlış araçta, farkında olmadan yanlış amaca doğru ilerliyorsam diye tereddüt ediyorum. Ve bütün olmak zorunda olduklarımızın hep bir arada olduğu yeni bir şey olmalıyız biz diyorum.
Aslında mutluluk verici olan bir şeyler üretebilmek, evet kesinlikle bu. Sürekli tüketen varlıklar olduğumuz için azıcık bir şey üretmek günah çıkarmak gibi oluyor. Üretmek, üretmek, üretmek….. evet, kesinlikle ihtiyacımız olan şey bu. Düşünüyorum da bir makale yazmak mı daha mutlu eder insanı? Yoksa yenmeyen ekşi erikleri bozulmasın diye kaynatıp erik suyu yapmak mı?
Aslında cevap basit; makale yazarken yorulduğunda mola verip şerbet yapmak ve sonraki molalarda serin serin içmek.
Evet bizim olayımız bu! :)
19.06.08
0:52
Ölüm
Kimine yokluğu getirir, kimine varlığı;
Bir gün "şimdi" diyecekler, aralayıp kapıyı girecek,
Ve sonsuza dek kapatıp gidecek.
Gökkubbe altında hoş bir sada kalacak mı arkamızdan bilinmez
Yoksa ne diye bu uzun yolculuğumuz? Bitmez...Tükenmez....
İyiki Varsın!.. :)
Medrese Duvarı
Hareketsizliği anlatsa bana,herşeyin dönüp durduğu, akıp gittiği evrende yıllarca olduğu yerde sabit kalabilmenin sırrını anlatsa...
Belki de tepkisizliktir bu sır. Gözleri önünde gerçekleşen hiç müdahale etmemektir. Sükunetle seyredip geçmesini beklemektir. belki de çok istediği halde gördüğü yanlışları düzeltememektir. Ya da belki bir duvar gibi soğuk ve kayıtsız olmaktır. Hiçbir şeye etki edememekten üzülüyor mudur acaba? Şu anda bunları düşündüğümü ve yazdığımı görüyor. Belki çok cevap vermek istiyordur.
Ne mutlubu medrese duvarına, pek çok isteklerini rağmen Hakk'ın onu yarattığı minval üzere kalabiliyor. Sükut ve sebatla bekliyor. Belki de bu yaşadığı, hareketsizliğin huzurudur. Ve bundan böyle medrese duvarları benim çok yakın dostumdur!
Valide Atik
12.06.08
13:50
Karşıda Bir Cumartesi
Ve Betül Abla da geldi. Fotoğraf makinesi yine yanında . Kaldırımda sohbet ederek ilerliyoruz. Arada bir duruyoruz, Betül Abla ilginç pozlar yakalıyor sonra devam ediyoruz. Adını bilmediğimiz ağaçların kokuları o kadar güzel ki Betül Abla eski anılarını hatırlıyor. Anlatıyor da anlatıyor... Arada bir sempozyum kunusunun ortaya sıkıştırıp bilim ahlakı üzerine sorular soruyor. Biz sohbete devam ederken sağda bir mezar bize bakıyor. Koskoca Süleymaniye Küliyesi içinde küçük bir yapı. Küçük ve sessiz bir türbe yanına çağırıyor bizi... Yaklaşınca anlıyoruz ki Koca Sinan dua istiyor bizden. Açıp elleri yolluyoruz fatihaları ruhuna.
Biraz ileride bir Lale Bahçesi. Evet şehrin ortasında bir lalae bahçesi. Girelim diyor Betül Abla. Kacaman ağaçların altında küçük bir masa seçiyoruz kendimize. Ve çifter çifter geliyor elma çayları... Lale bahçesi ve elma çayları... İatanbul'u yarattığı için ikimiz de ona teşekkür ediyoruz.
Muhabbet koyu olunca zaman su gibi akıyor. Evet gerçekten zaman hep su gibi akıyor ; kendi yolunda, sessiz sedasız ve bizim verdiğimiz şekli alarak. Zaman gerçekten su gibi akıyor. Bir bakıyoruz saat beş.Eyvah! diyor Betül Abla, konferansa geç kaldık. Son yudumları alel acele çekiyoruz. Sonra ver elini BSV.
Burda ayrı bir dünyanın kapıları açılıyor karşımıza. Konu: Klasikten modern döneme geçişte Fıkıh tasavvuru. Konuşmacılar Sami ERDEM ve Eyüb Said KAYA. Dinleyiciler, bir salon dolusu bilgi yumağı insan. Sesizce girip bir kenara oturuyoruz ve eller hemen kağıt kaleme gidiyor. Sorular.. sorular.. sorular.... Tam bir beyin fırtınası. Sorunlar masaya yatırılıyor, çözümler üretiliyor, yöntemler belirleniyor. Hiçbirini kaçırmamak için son sürat yazıyorum. Kolum ağrımaya başladı. Betül Abla da ses kaydı alıyor.
Bir kez daha anlıyorum ki yolumuz çok uzun ve işimiz çok zor. Ve üzerimizde kaçamayacağımız bir sorumluluk var.Dua ederek dönüyoruz yurda doğru: Allahım bu yolda bize güç, kuvvet ver, işimizi kolaylaştır ve bizi koru!
07.06.08
İstanbul'da yağmur aşktır! Küçük bir pencereden binalar arasındaki sokaka lambasının ışığında parıldayan tanelerin inci gibi süzülüşünü yarın Arapça sınavı yokmuş gibi umursamadan saatlerce izlemektir.
İstanbul'da yağmur, yalnız bir kızın karanlık odasında rahmete susamış ruhunun bir kaç satır karalamasıdır.Camdan sızan damlalar kağıdını ve altındaki Kur'an'ını ıslatıyor ve bu muazzam rahmet şöleninden O da nasibini almış oluyor.
Ve anladım ki İstanbul'da yağmuru yaşamadan İstanbullu olunmuyor.
Merak ediyorum acaba Martılar arasında tavafı bozan tek bir Martı oluyor mudur?
sadece bir özlem...

Hiç durmadan hep uçsam. Küçücük zeytin gözlerim hiç ıslanmasa ya da rüzgar yaşlarımı hemen kurutuverse. Bembeyaz olsam, baştan aşağı bembeyaz... Ve masmavilerin arasında uçup dursam!...
20:07
PUFF !...
Tüm dünya unutsa adımı
Sanki hiç olmamışım gibi,
Yok olup gitsem aniden
Kimse bundan etkilenmese
Yokluğum da varlığım gibi sessiz ve kimsesiz olsa
Yalnız ve çaresiz
Tek yapabileceğim derin bir ah çekmek
ve zorunlu yaşamaya devam etmek
Ölmek istemiyorum,
Ölmek de bir varlık göstergesi
Tek istediğim yitip gitmeden, varken yok olmak
Yine ağlıyasım var
Ve yine sebepsiz...
Ve yine zamansız...
Ve yine ertelemek zorundayım!
29.05.08
İSM Arapça Dersi
Sebepli sebepsiz ela gözlerini dolduran,
Dolan gözleri değil ruhu aslında
Ne elemler saklıdır bir damla gözyaşında
Mor Lale'nin Öyküsü...
Mor Lale görünmez olmak istedi o gün ya da üzerine bir yorgan belki. Yardım istedi Lale Tutkunu'ndan. Lakin Lale Tutkunu'nun gücü omuzunu sıvazlamaktan başkasına yetmedi. Ve acziyet birkaç damla ile birlikte bir kaç yılı da götürdü kısa ömründen.
O gün gereksiz bir Pembelik vardı Selimiye'de. Sanki ona ait olmayan, niye orada olduğundan habersiz bir Pembelik. Mor Lale büyük kubbenin altında kendini izleyenlerden habersiz sakındı kendini Pembelik'ten.
O gün, bir laleninn gözyaşları ıslattı Selimiye'yi. Koca Sinan yaparken bunları düşünmüş müdür acaba, diye içinden geçirdi Lale Ttutkunu. Mor Lale'nin Pembe üzerine akan gözyaşları bir mahkum gibi tutukladı Lale Tutkunu'nu. ve sonrasında sadece sessiz bir sitem: Aah! Sinan böyle yapmayacaktın Selimiye'yi ve incitmeyecektin hassas Mor Lalemi
Sessizlik ve İstanbul

Sonra yine koyup gittin beni
Şehrin acımasız çığlıkları arasına
Her seste bir haykırış, her yanda bir yayagara
Anladım zor seni gündüzde bulmak
Düştüm gecenin peşine adını arayarak
Duydum ki İstanbul'da az bulunurmuşsun
Yakalayan oldu mu onu uyuturmuşsun
Anladım sen de benim gibi hassasın
Küçücük bir çıt olsa hemen kırılırsın
Yokluğunda bir hayli kirlendi kulaklar
Her yandan yükselir, sonsuz uğultular
Bilmem vuslatın da hasretin kadar güzel midir?
Sessizlik her zaman bırakıp giden midir?
Seni en iyi anlatan deniz ve mezarlıklar
Bir de seni özleyen çaresiz insancıklar.
20.05.08
00:02
Sana varıp da yokluğumda kendimi bulayım
Söndürün ışıkları, karanlığa ve sükûta dalayım
Ey insanlar! Bırakın beni, bırakın bende kalayım.
Sıkıntılı Bir Günün Ardından...
Kimseye haber vermeden beni benden uzaklaştıran.
Her yerdeler, bir an bile yalnız kalamazsın
Sürekli konuşurlar istesen de susturamazsın
Ve onlarla birlikte yaşamak zorundaysan
İnsanlar, ah bu insanlar
Hiç çekilmez olurlar bazan
Sen asıl yalnızlığını yaşarken hiçbiri ortak olmazlar
Ve görünürde de hiç yalnız bırakmazlar
Arkadaşlar derse girsin ben memlekete,
Hiç bitmeyecek ömürde çıkış ve iniş,
Birgün İstanbul'dayız, birgün Nevşehir'de
Diyar diyar seyir yazılmış kadere,
Büyük Sultan yollara vermiş ferman.
Kim bilir nerede yeniliriz ecele?
Kalmayınca gözde takat, sözde derman.
15.05.08
Evimdeyim
Tuzgölü
Tuzlardan yanık bağrı beyazlarla örtülü,
Aksaray'a yaklaşmanın müjdesi benim için,
Bembeyaz yüzeyinde huzur bulur içim.
EY MARMARA !
Sessizlik...Ve dalgalarınn rüzgarla sohbeti,
Yaşadığım boşluktan alıp götürdü beni
Kumlar...Sıcacık, kupkuru,
Ana kucağı gibi sevgi dolu.
Deniz Rahman'ın yüceliğini haykırırcasına vuruyor kıyıya kendini,
Bin parçaya bölünüp koruyor vahdetini
İçinden küçük hediyeler sunuyor bize,
Küçük, lakin her biri bir mucize.
Engin dalgalarında sonsuz haşyet ve buğu,
Usulca bıraktı önüme beyaz bir deniz kabuğu
Heyecanla yaklaşııp koydum keseme
Sonsuz şükran bu lütfu gösterene.
Ben de adımı yazıyorum onun için sahile,
Dev gibi bir dalga aldı onu içine.
Adımı bağrına basan dalgalara şükrân
Biliyorum onu gönderen O sonsuz Hükümrân
Ey Marmara ! Meftûn ettin beni sana,
Ayırmasınlar bizi birlikte girelim toprağa
Sükût eyle ey Gönlüm;
Kelamları at boşluğa,
Yoksa geçmez bu ömrüm...
03.05.08
21:35
Postu Çıktı...
Yıllarca didindik, uğraştık
Tam modern oluyoruz, derken "Postmodernizm" çıktı,
yine geri kaldık.
Şimdi de "Postsekülerizm" çıkmış
"Aman ilahiyatçı mı salla!" derken herkes
Biz de Post- ilahiyatçı mı olsak acaba?!
Günahı nedir sıra üstünde çaktırmadan yatanın?
Küçük Bir Seyir
Karınca sürüsü gibi insanlar,
Ve bir telaş…
Ve bir koşuşturma…
Herkes panik halinde bir yerlere yetişmeye çalışırken
Güneş bütün asaleti ve sükûnetiyle gönlümün sultanını kızıllaştırmakta,
Ve bir martı
Yüksekten,
Çok yüksekten tüm bu olanları seyreyler.
Bir vapur yanaşır
Ve insanlar akın akın şehre hücum ederler
Kimse kimsenin yüzüne bakmaz
Güneş buna mı kızdı da bu kadar kırmızı?
Ya da utanıyor mu İstanbul’u böyle görmekten
Kıpkırmızı…
Usul, sessiz, sakin o da terk ediyor,
Bu hareketsiz şuursuz yığını
Ve bir martı
Yüksekten,
Çok yüksekten seyrediyor tüm bunları
Yüzünde tebessüm,
Giden güneşe kal diye yalvaran bakışlarında sonsuz hüzün.
Açıyor kanatlarını şehrin üstüne
Ve bir selam çakıyor güneşe,
Gidişine…
Ve bir martı
Yüksekten,
Çok yüksekten tüm bu olanları seyrediyor.
AYRILIK..
Boynu bükük geride kalan üç beş damla gözyaşı,Ve yüreğinin göğüs kafesini zorlayan çırpınışları.
Dünyada tutunacak yalnızca tek bir dalı olan bir yetimin boynunuza umutla sarılan elleri...Ayrılık bu çaresiz, güçsüz kollarıbir çırpıda atıvermek ve bırakıp kaçarcasına uzaklaşmak. Kaçabildiğin yetimden kaçıp yanında götürdüğün yetimin içnde büyüttüğü haykırışa engel olamamaktır. Ayrılık hayata söz geçirememektir. Kimileri güneşin yüzlerine vurmasından rahatsız olurkrn kimileri kaybettiği güneşini arar.
Onların hayatı beklemektir. Bir ömür beklemek...gelenler, gidenler olur; kalanlar hep mahsundur.Gülmek dahi hüzünlüdür küçük gözlerinde. Bedenini zor taşıyan ince bilekleri daha ne yükler sırtlanmıştır, hiç bilmeden, hiç anlamadan ve hiç kendisine sorulmadan...
O'nun hayatı beklemektir. Ve ayrılık, bir yetimin gözlerinin içine baka baka hiçbir şey yapamamanın acısıyla bırakıp gitmektir...
YOLLAR...

uzayıp giden, kıvrılan
hem ayırıp hem kavuşturan yollar
yollar ve sessizlik...
düşün düşünebildiğin kadar.
aslında hep oldukları yerde hareketsiz dururlar
ve işlerini hakkıyla yaparlar.
hiç kimse onları yolundan döndüremez,
her engeli aşarlar.
bazısı bir dağı tam ortasından oyar,
bazısı nehirlerin, denizlerin üstünden geçer.
bneim memleketimde yollar altın sarısı bozkırların, ovaların içinde uzaar da uzar,
bazen kenarında eskş bir çeşme görürsün
ve üzerine sinmiş onca anıyı düşünürsün
yolların çeşmelerinden suyla birlikte hasret akar
ve içenin içini yakar,
Avanos 38
Nevşehir 54
Aksaray 126
güneş denen nimet karşıda sonsuz parıltı...
üzüm bağları...
yeşeren yeni yapraklarıyla yorucu kışın ardından yaza hazırlanan üzüm bağları,
her tarafta engin kayalıklar
babam güneşle güreşte
"Garipçe" bir yerden geçiyoruz,
içimizden Rabbi yessir okuyoruz.
bir büyük işaretten, başka bir işarete sürüyor yolculuğumuz..
Rahmna'ın yüceliğini heybetiyle haykıran Erciyes, Hasan Dağı'na emanet ediyor bizi.
ben artık telefon direklerini saymıyorum,
kesik çizgileri takip etmeyi bırakalı da çok oldu.
şimdi ayrı bir gözle seyrediyorum yolları...
biliyorum ki yolların bize anlatacağı çok şey var.
biliyorum ve
kapatıp gözlerimi dinliyorum.
Her zamanki yerim sağ arka koltulta
NEYİN VAR ESRANUR ?
Yok bişey
Ne oldu ya?
Yok bişey
Var vaar! Canın sıkkın senin . ne oldu ki?
Bişey olmadı
Olmuş olmuş belli
Evet oldu ama söylemek istemiyorum. Herkes her şeyi bilmek zorunda mı ?
Yok deyiysem yoktur işte. Daha sorup durmayın. Ben yok diyorsam o şey sizin için yok demektir. Ama yok illaha her şeyi bileceksiniz. Aslında hiçbir şeyi bilmezsiniz ama her şeyi sorarsınız. Keşke bilseniz ki sizden önceki kavimler çok soru sordukları için helak oldular.
Hayır yok deyince daha ne diye üstelersiniz anlamam
Peki deyip geçin, var olduğu her halinden belli ise de,
Yok diyorsa peki deyip geçin
Ama nerdeeee
Anca kurcalarsınız, kurcaladığınız yerden neyin çıkacağını bilmeden öyle uğraşıp durursunuz
Herkes her şeyi bilmek zorunda mı?
Ya da siz her şeyi bilmek zorunda mısınız?
Eğer her şeyi bilmek istiyorsanız o zaman önce “peki” deyip geçmeyi bilin.
KENDİMİ YAZMAK
Yazmak istyorum, ama neyi?
Ben de bilmiyorum. Sadece yazmak istiyorum.
Hayatımla , amaelimle, duruşumla, tavrımla, her halimle
Kendimi tarihe yazmak istiyorum.
Yaşadığım her an, aldığım her nefes,
Yaptığım her eylem ve söylediğim her söz ile kendimi yazmak istiyorum
Yazmak ve yazılmak......
Ve böylece bir şeylerin bir yerlerinde var olup, ben hep buradayım diyebilmek
Ve akıp giden ve kaybolan hayatın içinde yazıldığım yerde durabilmek istiyorum.
Ve okuyun beni! diye haykırıyorum tüm yazılmışlar gibi
Okuyun beni de
Ve kendi kıstaslarınıza göre yargılayın,
Değerlendirin,
Kendinizce anlamlandırın,
Her şeyin en mükemmeline karar verebilecek mükemmellikte (!) olan ölçütlerinizle eleştirin
Korkmuyorum o koca beyinleriniz arasındaki küçük titreşimlerden
Aklınızdan hakkımda geçirebileceğiniz ne varsa geçirin
Doğru, akıllarınızdan geçer giderim; ama
Ben gerçekliğe yazdım kendimi
Yapabilirseniz, siz bundan geçin!
Üsküdar, MART, 2008
KUR'AN DERSİ NOTLARI
Az önce Ceren’e söyledi ya hoca
Kızım senin adın Esma Nur muydu?
Siz geçen hafta da sessiz lam’lara hareke veriyordunuz
Aaaaaa kapı aralandı.. ömür abi…
Getir Ömür abi, getir… getir-me
Getirme hoca kızabilir.
Neyse o da içiyor
Sen devam et kızım,
Ramazan ra’ları çıkarırken dudaklarını öne götürme
Geriye de çekme
?
Rahat ol oğlum
“bi eshabil fiil” bi eshabi,,, bi eshabi
Hayır öyle değil
Sa’yı vurgulayın
Sad’a dikkat! aman ayın’a da dikkat!
Yücel sen de ayınlara çalış artık.
Evet devam edelim!..
Evet! Devam edelim.
Kızlardan sıra kimdeyse o devam etsin.
“sen nerden geliyosun?”
Fakülteden hocam!
Arkadaşlar lütfen kapasitenizi kullanın (!)
Hadi arkadaşlar hadiiiiii
Arkalara ilerleyelim
Kapasiteleri kullanalım
Hocam sıra erkeklerde
Sorun sistemde hocam, hep bu ÖSS :)
…… özür dilerim hocam girebilir miyim?
“ ve nahşa azabek” hâ biraz canlı
Uyumayın arkadaşlar hâ biraz canlı
Sen de basmaleye dikkat et Betül,
Ra’yı kalın okuma.
“Yevmi’d-diin” di.. di.. dii… diiiiiiin
Orda durma
Veleddallin’i üç misli çek.
Pazartesi günleri akşam ezanı özellikle mi geç okunuyor acaba (?)
Olmadı besmele
Hiçbir şey değişmiyor.
Aç ağzını kızım,
Gözlerini değil yavrum……… ağzını,
“Fecealehüm keasfi-m me’kul”
Allahu Ekber….. Allahu Ekber! Allahu Ekber!
Siz çıkın namazı kılın
Biz poğaça yiyelim,
Selime sen kal.
Esranur sen de bitir artık
Çok uzun oldu!
Yine İSM Kur’an Dersi
31.03.08
HAMDIK, PİŞTİK; SÜTTEN YOĞURDA GEÇTİK :)

Yıllarca süt içtik.
Biz bazen sıcak, bazen soğuk içtik
Ama ışık hep ılık içti,
Sonra
“Büyüdünüz artık sütten size kalsiyum yok” dediler.
Anladık ki;
Cıvıklıktan kıvama geçişin zamanı geldi
Döküldüğün kabın şeklini almaya son,
“Kendi şeklinizi bulun”
Dediler.
Sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek yediler,
Biz sallantılara son verdik,
Sabit bir kalıp bulduk kendimize
Önce hamdık, piştik
Sonra sütten yoğurda geçtik.
ISM’de Kur’an dersi
31.03.08
19.19
ÖLÜM O COĞRAFYADA

Tüm diyarların korkulu rüyası
Bir tek burada hükümsüz kalır
Gazze….
“İnsanların ölümden korkmadığı tek yer” diyor ünlü gazeteci
Ölümün kendinden korktuğu tek şehir…
Ölüm orda öyle iç acıtıcı, öyle dehşet vericidir ki
Kendisi korkar kendinden
Gazze’de kendi topraklarınıza gidebilmek için kontrol noktalarında geçersiniz
Kendi egolarını kontrol edemeyenlerin kurdukları kontrol noktaları
Gazze’ de bir anne iseniz kontrol noktalarında beklerken doğum yapıp canınızı verirsiniz
Ve daha niceleri gibi
Kendi kontrolünü şeytana bırakanlar sizi kontrol etmek ister
Ölüm bile kontrolden çıkmıştır orada
Gazze
İnsanların ölümden korkmadığı tek yerdir
Gazze’de bir genç kızın en büyük hayali nedir bilir misiniz?
Ya da 75 yaşındaki teyze neden hala evinin duvarında asılı anahtara özlemle bakar?
Kontrol sahipleri (!) evini bastığında kapısını kilitleyip çıkmıştır yuvasının
Ve bugün hala anahtarı duvarda asılıdır…
Duvarda asılı olan bir milletin alınyazısıdır…
Herkes kendine biçtiği rolü oynar,
İsrail en İsrail yönünü gösterir
Filistin direnişin gözbebeğidir
Peki ya biz?
Biz ne rol biçtik kendimize bu oyunda?
İyi rolün de sahibi var, kötü rolün de
Bize rol kalmadı deyip biz de izleyici oluveririz
Kimimiz televizyonundan izler, kimimiz uydudan
Kimimizin izlemeye dahi tahammülü yoktur.
Ve ölümden en çok biz korkarız
Gazze’ye en uzak biz olduğumuzdan
Çünkü Gazze,
İnsanların ölümden korkmadığı tek yerdir.
30.03.08
Üsküdar
14.40
BİR NESİR DENEMESİ

Beğenmiyorsanız gidin; ama kalanı kaldığı yerde bırakın
Sözlerinizle, onun güzelliğinin de sizinle gitmesini sağlamayın
Beğenmiyorsanız bile susun bozmayın şehrimin havasını
Zihninizden geçen yanlışlar sade sizin yanlışlarınız olarak kalsın orda
Söz ile ifade edip getirmeyin vücuda
Benim şehrim güzellikler beldesi, padişahlar ülkesi,
Sükunetin ve asaletin sahibesi,
Sükunet, ancak benim şehrimde bu kadar çok şey anlatır insana
Nice gözler değmiş olsa da semasına,
Her yönelişinde ayrı bir suretle çıkar karşına.
Benim şehrimde kişiye özeldir sema
Herkesin görmek istediğinden biraz vardır onda
Lakin bakmak gerekir, susmak ve bakmak…
Uzun uzun, derin derin… hiç bitmeyecekmiş gibi
Sonsuzluğu onda yaşarmış gibi
Çınaraltı’nda bir bardak elma çayı yudumlar gibi
Aslında hayatı yudumlarsın her nefeste
Her nefeste biraz daha İstanbul çekersin içine
Her nefeste biraz daha İstanbul siner damarlarına, hücrelerine
İstanbul’un dolduğu hücrelerin yeni bir İstanbul kılar seni
Sen İstanbul olursun…. İstanbul sen……..
Hayat, her anı bir ömür gibi yaşmaktır benim şehrimde
Herkes tek bir ömür yaşar ve göçer
İstanbul’u yaşamak ömürlere sığmaz
Kalplerde, hayallerde yaşar benim şehrim
Bende yaşar benim şehrim
29.03.08
Üsküdar
00:56